From Memleketten

Kim “ak” kim “kara”

1999 depremi sonrası binalarda 3 kattan fazla izin verilmiyor Kocaeli’de. Buna rağmen belediyeden 4 kat izni isteniyor. Şifre yine “oğul”

Belediye meclisinde soruyorlar, Ak Partili Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’na: “Bu arsanın ve inşaatı yapan firmanın kime ait olduğunu biliyor musunuz?”

Başkan; bilmiyorum, kimmiş diye soruyor. Bunun üzerine arsanın sahibinin ve inşaatı yapanın belediye başkanının oğlu olduğunu söylüyorlar.

Başkanın cevabı alışılagelmiş bir cevap: “Bizim oğlumuz iş yapmasın mı?”

Peki ne oluyor.. İzin çıkıyor.

Kim “ak” kim “kara” iyi ayırt edilmeli.

Bu ülkede ne iyi gidiyor da bizim önümüzü kesecekler?

Dış politika içler acısı. Sorunlu olmadığımız komşumuz yok. Kıbrıs’la, Azerbaycan’la bile sorun yaşadık.

İç politada kimin eli kimin cebinde belli değil. Kim kimin savcısı, kim kimin hakimi belli değil. Paralel devlet diyor Erdoğan. Katılıyorum ama bu yapılan 17 Aralık’ta yoktu. Çok eskiye dayanır. İşine geldiği için sustun. Oklar sana dönünce paralel devleti farkettin birden. Yazın %50’yi zor tutuyordun, şimdi 76 milyon olduk.

Kürt meselesi adı altında Öcalan ile görüşüyorsun ama Uludere’nin hesabını sormuyorsun.

“Reyhanlı’da 53 sünni vatandaşım şehit edildi” diyerek insanları mezheplerine göre ayırıyorsun. Bunun adı mı müslümanlık? Camide içki içildi, görüntüleri elimizde var, cuma yayınlayacağız dediniz. Kaç cuma geçti hala ses yok? İnsanları kışkırtmaya çalışmak mı müslümanlık?

Verginin vergisini alıyorsun, milletvekili maaşlarına %50 zam yapıp utanmadan zor geçiniyoruz diyorsunuz ama 5 kişilik bir aile 3 öğün çay, simit yiyebilecek kadar para veriyoruz diyorsunuz. Geçtim çayı, simite yetmiyor o para.

Tecavüzcüler serbest kalırken bir kere yargıya seslendiniz mi?

Gezi Parkı olaylarında “Benim polisim” diyenler, vekil oğlu tartıştığı polisleri “ip” gibi dizerken tepki gösterdiniz mi?

20 yaşında bir çocuk dövüle dövüle öldürüldü, sesiniz çıkmadı. Bir çocuk ekmek almaya giderken kafasına fişek kapsülü yedi, sesiniz çıkmadı.

Milli Eğitim, sistem değişikliğinden delik deşik oldu. Neredeyse 2 yılda bir milli eğitim bakanı değişiyor.

Gazeteciler, televizyoncular işimden, ekmeğimden olurum kaygısıyla haber yapamaz, soru soramazken özgürlükten mi bahsedeceğiz?

Ergenekon’da, Balyoz’da sahte deliller var diye bas bas bağrılırken duymuyordunuz ama şimdi aynı kişiler orduya da kumpas kurmuştu diyorsunuz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ama zamanı gelince sana da dokunuyor işte.

 

 

Bakalım “piyango” kime çıkacak?

ABD her yaptığına bir kılıf uydurur.

2. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları için dönemin ABD Başkanı Truman, “Atom bombalarını kullanmasaydık, kara savaşında sırasında ölen askerlerimizin ailelerine ne diyecektik?” diyor.  Halbuki atom bombasından önce Japonya teslim olmuştu.

Kimyasal silah var diye Irak’a girip, daha sonra “yokmuş” deyip o ülkeye “demokrasi” getirmesi de buna örnek verilebilir.

Kendi üretimi olan El Kaide’ye 11 Eylül’ü yaptırıp, hem halkına büyük bir travma yaşatan hem de Afganistan ve çevresi bölgeleri işgal edip, Büyük Ortadoğu Projesi’ne ulaşmaya çalışması da bunlar arasındadır.

Boston’da yaşanan bombalı saldırılardan “piyango” Suriye, İran veya Kuzey Kore’ye çıkarsa şaşırır mısınız?

 

Hrant Dink ve diaspora

Bundan tam 6 yıl önce Ogün Samast tarafından vurularak öldürüldü Hrant Dink. Tetikçi Ogün Samast’tı fakat tek katil Samast değildi..

Dink ile ilgili süreç aslında çok daha öncesinde başlamıştı.

Hrant Dink Kasım 2003’ten başlayan 11 haftalık bir yazı dizisi yayınladı. Yazılarında diasporanın yaklaşımını ve politikalarını eleştirmiştir. Hrant Dink’e göre diasporanın içinde bulunduğu sağlıksız ruh halinden kurtulması gerekiyordu.

Bahsi geçen “Zehirli kan” diasporanın yürütmüş olduğu politikalarla ilgilidir.

Diasporayı sert bir şekilde eleştirip, diasporanın buna hiç ses çıkarmaması da vurgulanması gereken önemli bir kısımdır. Çünkü Dink’in zarar görmesi hem diasporanın hem de bu işten nemalanan bazı çevrelerin yararına olacaktı.

Dink, bu sorunun çözülebilmesinin yolunun Türkler ile birlikte yaşamak olduğunu savunmuştur. Çünkü gözden ırak olan gönülden de ırak oluyordu. Gerek Türkiye’deki bazı kesimler, gerekse Ermeni diasporası “kin” gütmekten vazgeçtiği vakit ortada hiç bir sorunun kalmayacağını savunuyordu Dink.

Yazılarından cımbızla çekilerek oluşturulan zemin ile kendisine açılan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi “Türklüğü aşağılamak” davasını, alnına sürülen bir leke olarak görüyordu. Bu lekeyi temizlemeliydi. Çünkü yazılarında böyle bir şey yoktu ve apaçık bir şekilde net olarak karşı durduğu ırkçılıkla suçlanıyordu.

“Bu ülke topraklarında yaşamak ve alnıma sürülen bu lekeyi temizlemek için çare İnsan Hakları Mahkemesi ise oraya da gideceğim.” diyecek kadar doğup büyüdüğü toprağını seven bir yurttaştı.

Tehdit mektupları, telefonları alıyor, açık açık hedef gösterilmesine tüm yetkililer seyirci kalıyordu. Dönemin polis muhbirleri Dink’in öldürüleceğini söylemesine rağmen ne Trabzon emniyeti ne de İstanbul emniyeti olayla ilgilendi..

Bu süreç 19 Ocak 2007 günü Hrant Dink’in öldürülmesi ile sonuçlandı.

Dink’in – bilirkişi raporu aksi halde olmasına rağmen- mahkümiyet kararında imzası bulunan Nihat Ömeroğlu, geçtiğimiz ay ombudsman (yani devlet organlarına karşı kamuyu koruyan kişi) oldu. Dönemin emniyet müdürleri vali, valileri milletvekili oldu.

Hrant Dink’e verilecek bir adalet borcumuz var. Tıpkı adaleti bekleyen pek çok masum insanımız gibi.

 

Mehmet Ali Şahin ve benzin üzerine…

Eski Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, 15 ayda 33.888 TL’lik benzin kullanmış. Ayda 2.259,20 TL yapar.
Eski olması bir şey ifade etmiyor ve kendisi Meclis Başkanlığı görevini tamamlamış dahi olsa makam aracı veriliyor.
Ben Mehmet Ali Şahin’in makam aracının “tır” olduğunu varsayarak bazı hesaplamalar yaptım.
15-20 tonluk bir tır(Volvo FH520 tırını baz aldım.) 100 km’de ortalama 30 litre benzin yakıyor. Benzinin fiyatını 5 TL olarak baz aldım. (Fazla fazla yani.)
 Mehmet Ali Şahin, 451.84 litre benzin kullanmış oluyor.
Bu tırla Mehmet Ali Şahin 1.506.13 km gidebilir.
Tekirdağ ile Kars arası 1.588.70 km.’dir.
Yani Mehmet Ali Şahin, bir “tır”la ayda bir kez Tekirdağ’dan Kars’a gitse ancak bu kadar masraf yapabiliyor.
Küçük bir hatırlatma : Daha önce de AKP’li Zeynep Armağan Uslu, bir yılda 30 bin 887 liralık benzin “masrafı” yapmıştı..

4+4+4

Televizyonda kartondan maket yapmasını öğreten programlar vardı eskiden. Ne yapılırdı; önce malzemeler sayılır, nereden temin edileceği anlatılırdı. Daha sonra yapım aşamaları teker teker yapılır ve maket tamamlanırdı. Malzemeler temin edilmeden, yapım aşamaları tamamlanmadan yapılan bir şey olmaz.
Söz konusu gelecekse daha da dikkatli ve titiz davranılması gerekir. Ama ülkemizin yetkililerinin “gökten zembille” bir şeyler indirme huyları var.
Kravat  değiştirir gibi eğitim sistemi değiştiriyorlar. Yeni eğitim sistemi bir bakmışsınız  “eski” eğitim sistemi olmuş. “Eski yeni eğitim sistemi”
Hiçbir velinin düşüncesi alınmadan, hiçbir psikoloğun, pedagogun, eğitimcinin fikri alınmadan eğitim sistemi bir anda değiştiriliyor. Her fırsatta millet iradesinden, referandumdan bahseden hükümet, neden böylesine önemli bir konuyu referanduma taşımaz?
Altyapı hak getire. Öğretmenler 60 aylık çocuklara nasıl eğitim verileceği hakkında bilgi sahibi değiller. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığının bununla ilgili bir çalışması olmadı.  Hem eski sisteme göre hem de yeni sisteme göre okula başlayacak çocukların olması dolayısıyla öğrenci sayısını karşılayacak okul sıkıntısı yaşanmaktadır.  60-70 kişilik sınıflarda çocuklar eğitim görecek. Ona da eğitim denirse!
Hal böyle olunca veliler çocuklarını okullara göndermemek için rapor almaya çalışıyor. Çocuklara ilk travmaları da bu şekilde yaşatılıyor.

Kimin propagandası?

Terör olayları ile ilgili haber yapılmaması terör örgütü propagandasını engellemek için midir, yoksa hükümetin bu işleri nasıl eline yüzüne bulaştırdığının görülmesini engellemek için midir?

Bu durumda kimin propagandası yapılmaktadır; terör örgütünün mü, hükümetin mi?

En büyük terör örgütü propagandasını “açılım” zırvalıkları adı altında bu hükümet yapmıştır.

Medyayı sansürleyen, canlı yayında talimatlarla gazeteci kovduran başbakan da kendi propagandasını medyaya yaptırmaktadır.

Masum insanlara kıyarak barıştan bahsetmek sadece emperyal güçlerin söylemidir. Kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçileri!

17 Ağustos

Bugün yine çeşitli yerlerde konu deprem olacaktır. 1-2 gün “İstanbul depreme hazır mı?” diye sorulacak, çeşitli deprem uzmanları programlara konuk olacak. Ama hiçbir şey yapılmayacak ve konu yine kapanacak. Çünkü seviyoruz gündelik yaşamayı.

Van depremini hatırlayın. Yaşanan rezillikleri. Koordinasyonsuzluğun nasıl dibe durduğunu bir düşünün. Van gibi bir şehri düşünün, bir de İstanbul gibi bir şehri.

Bir de valimiz var tabii..Hüseyin Avni Mutlu’ya göre İstanbul depreme hazır! Geçen seneki tatbikatı hatırlıyorum da, ilk cenaze ekipleri varmıştı tatbikat bölgesine. En son sağlık ekipleri.

Böyle hazırız işte!

Reklamlar

Televizyonda, radyoda, sokaklardaki reklam panolarında görmüşsünüzdür, “Kadıköy – Kartal metrosu açılıyor.” ilanlarını. Bugün ise neredeyse tüm gazetelerin (Cumhuriyet, Sözcü vb. gazeteler hariç) birinci sayfalarında İstanbul büyükşehir belediyesinin vermiş olduğu metro ilanları yer almaktadır.

İşin enteresan yanı ise İstanbullular’ı ilgilendiren bir konunun diğer şehirlerdeki gazete baskılarında da birinci sayfada bu ilanın yer alması.

Ankaralı’ya, Adanalı’ya “Sevgili İstanbullar” diye hitap eden bir belediye başkanımız var.

Peki bu reklam paralarını Kadir Topbaş kendi cebinden mi ödedi, yoksa halkın parası ile mi?

İstanbul’u ilgilendiren bir konu hakkında diğer şehirlere gazete ilanı vermeyi hangi mantıkla açıklarlar sormak isterim.

Yoksa Ankara’ya bir mesaj yollamak istiyor Kadir bey?

Türkçe Olimpiyatları

Son zamanların en çok konuşulan konusu Türkçe olimpiyatları oldu.

Öncelikle “olimpiyat” kelimesinden başlayalım. Konusu “Türkçe” olan bir etkinlikte, “olimpiyat” gibi yabancı bir sözcüğün kullanılması ne kadar ironik değil mi?

Olimpiyatlar, Antik Yunanistan’da Zeus onuruna yapılan spor yarışmalarıydı. Türkçe olimpiyatları ise Fetullah Gülen onuruna yapılan Türkçe ile alakası olmayan, Fetullah Gülen’in dünyanın dört bir yanındaki okullarından özel seçilen öğrencilerin devlet bütçesi ile ağırlanmasıdır.

Stadyumlarda milli bayramlarımızın kutlanması “eziyet” ve “faşistlik” olduğu ileri sürülerek yasaklandı.

Adolf Hitler’i aratmayan bir dikta ile ülkeyi yönetenlerin bunu söylemesi de ne kadar samimidir?

Türk Telekom Arena Stadyumu’nda yapılan Türkçe olimpiyatları kapanış gününde, etkinlik alanına hareket eden ücretsiz otobüsler ve arabalar yüzünden iş çıkışı insanlar evlerine 4-5 saatte gidebildi. Bunun adı da onlara göre “eziyet” ve “faşizm” değil. O yüzden Türkçe Olimpiyatları’na stadyumlarda kutlama serbest.

Özel ödülü” Recep Tayyip Erdoğan aldı. Bir çiftçi ile konuşmasından örnekleyelim nasıl güzel Türkçe konuştuğunu :

(11 Şubat 2006) Mersin

Recep Tayyip Erdoğan: Böyle bağırılmaz ki, terbiyesizlik yapma.
Kemal Öncel: Terbiyesizlik yapmıyorum. Lütfen bana hakaret etmeyin.
Erdoğan: Artistlik yapma.
Öncel: Artistlik yapmıyorum, ben sanatçı değilim.
Erdoğan: Lan terbiyesizlik yapma.
Öncel: Lan mı?
Erdoğan: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın?
Öncel: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor.
Erdoğan: Hadi ananı al git buradan.

Nasıl, “sapına” kadar haketmiş değil mi ödülü?

Bence de!

“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk‘ten tek kelime etmemelerine ne demeli peki?

Bastırılan hatıra paraları ise mevcut paralardan Atatürk’ün resmini çıkarmak için bir ön hazırlık mıdır?

Yılmaz Özdil‘e bir kulak verelim : “Parayı ışığa tuttuğunuzda içinde Atatürk varsa o para gerçektir. Yoksa sahtedir. İnsanları da ışığa tutmamız yeterlidir. İçinde Atatürk geçmeyen herkes sahtedir.”

Son olarak “En büyük takdiri öğretmenler hakediyor.” diyen Erdoğan, öğretmenlerin 3 ay tatil yaptığını sanıyor ya da öyle sanması işine geliyor. Öğretmenlerin 3 ay tatil yapmadığını herkes biliyor. Milletvekillerinin 3 ay tatil yaptığını da herkes biliyor. Hem de 3 aylık maaşlarını peşinen aldıklarını da.

Öğretmenlerimizin hakettilerini aldıkları bir ülke diliyorum. İşte o zaman hem ülkemiz daha güzel olacak hem de Türkçemiz.