4+4+4

Televizyonda kartondan maket yapmasını öğreten programlar vardı eskiden. Ne yapılırdı; önce malzemeler sayılır, nereden temin edileceği anlatılırdı. Daha sonra yapım aşamaları teker teker yapılır ve maket tamamlanırdı. Malzemeler temin edilmeden, yapım aşamaları tamamlanmadan yapılan bir şey olmaz.
Söz konusu gelecekse daha da dikkatli ve titiz davranılması gerekir. Ama ülkemizin yetkililerinin “gökten zembille” bir şeyler indirme huyları var.
Kravat  değiştirir gibi eğitim sistemi değiştiriyorlar. Yeni eğitim sistemi bir bakmışsınız  “eski” eğitim sistemi olmuş. “Eski yeni eğitim sistemi”
Hiçbir velinin düşüncesi alınmadan, hiçbir psikoloğun, pedagogun, eğitimcinin fikri alınmadan eğitim sistemi bir anda değiştiriliyor. Her fırsatta millet iradesinden, referandumdan bahseden hükümet, neden böylesine önemli bir konuyu referanduma taşımaz?
Altyapı hak getire. Öğretmenler 60 aylık çocuklara nasıl eğitim verileceği hakkında bilgi sahibi değiller. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığının bununla ilgili bir çalışması olmadı.  Hem eski sisteme göre hem de yeni sisteme göre okula başlayacak çocukların olması dolayısıyla öğrenci sayısını karşılayacak okul sıkıntısı yaşanmaktadır.  60-70 kişilik sınıflarda çocuklar eğitim görecek. Ona da eğitim denirse!
Hal böyle olunca veliler çocuklarını okullara göndermemek için rapor almaya çalışıyor. Çocuklara ilk travmaları da bu şekilde yaşatılıyor.

Kimin propagandası?

Terör olayları ile ilgili haber yapılmaması terör örgütü propagandasını engellemek için midir, yoksa hükümetin bu işleri nasıl eline yüzüne bulaştırdığının görülmesini engellemek için midir?

Bu durumda kimin propagandası yapılmaktadır; terör örgütünün mü, hükümetin mi?

En büyük terör örgütü propagandasını “açılım” zırvalıkları adı altında bu hükümet yapmıştır.

Medyayı sansürleyen, canlı yayında talimatlarla gazeteci kovduran başbakan da kendi propagandasını medyaya yaptırmaktadır.

Masum insanlara kıyarak barıştan bahsetmek sadece emperyal güçlerin söylemidir. Kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçileri!

17 Ağustos

Bugün yine çeşitli yerlerde konu deprem olacaktır. 1-2 gün “İstanbul depreme hazır mı?” diye sorulacak, çeşitli deprem uzmanları programlara konuk olacak. Ama hiçbir şey yapılmayacak ve konu yine kapanacak. Çünkü seviyoruz gündelik yaşamayı.

Van depremini hatırlayın. Yaşanan rezillikleri. Koordinasyonsuzluğun nasıl dibe durduğunu bir düşünün. Van gibi bir şehri düşünün, bir de İstanbul gibi bir şehri.

Bir de valimiz var tabii..Hüseyin Avni Mutlu’ya göre İstanbul depreme hazır! Geçen seneki tatbikatı hatırlıyorum da, ilk cenaze ekipleri varmıştı tatbikat bölgesine. En son sağlık ekipleri.

Böyle hazırız işte!

Reklamlar

Televizyonda, radyoda, sokaklardaki reklam panolarında görmüşsünüzdür, “Kadıköy – Kartal metrosu açılıyor.” ilanlarını. Bugün ise neredeyse tüm gazetelerin (Cumhuriyet, Sözcü vb. gazeteler hariç) birinci sayfalarında İstanbul büyükşehir belediyesinin vermiş olduğu metro ilanları yer almaktadır.

İşin enteresan yanı ise İstanbullular’ı ilgilendiren bir konunun diğer şehirlerdeki gazete baskılarında da birinci sayfada bu ilanın yer alması.

Ankaralı’ya, Adanalı’ya “Sevgili İstanbullar” diye hitap eden bir belediye başkanımız var.

Peki bu reklam paralarını Kadir Topbaş kendi cebinden mi ödedi, yoksa halkın parası ile mi?

İstanbul’u ilgilendiren bir konu hakkında diğer şehirlere gazete ilanı vermeyi hangi mantıkla açıklarlar sormak isterim.

Yoksa Ankara’ya bir mesaj yollamak istiyor Kadir bey?

Türkçe Olimpiyatları

Son zamanların en çok konuşulan konusu Türkçe olimpiyatları oldu.

Öncelikle “olimpiyat” kelimesinden başlayalım. Konusu “Türkçe” olan bir etkinlikte, “olimpiyat” gibi yabancı bir sözcüğün kullanılması ne kadar ironik değil mi?

Olimpiyatlar, Antik Yunanistan’da Zeus onuruna yapılan spor yarışmalarıydı. Türkçe olimpiyatları ise Fetullah Gülen onuruna yapılan Türkçe ile alakası olmayan, Fetullah Gülen’in dünyanın dört bir yanındaki okullarından özel seçilen öğrencilerin devlet bütçesi ile ağırlanmasıdır.

Stadyumlarda milli bayramlarımızın kutlanması “eziyet” ve “faşistlik” olduğu ileri sürülerek yasaklandı.

Adolf Hitler’i aratmayan bir dikta ile ülkeyi yönetenlerin bunu söylemesi de ne kadar samimidir?

Türk Telekom Arena Stadyumu’nda yapılan Türkçe olimpiyatları kapanış gününde, etkinlik alanına hareket eden ücretsiz otobüsler ve arabalar yüzünden iş çıkışı insanlar evlerine 4-5 saatte gidebildi. Bunun adı da onlara göre “eziyet” ve “faşizm” değil. O yüzden Türkçe Olimpiyatları’na stadyumlarda kutlama serbest.

Özel ödülü” Recep Tayyip Erdoğan aldı. Bir çiftçi ile konuşmasından örnekleyelim nasıl güzel Türkçe konuştuğunu :

(11 Şubat 2006) Mersin

Recep Tayyip Erdoğan: Böyle bağırılmaz ki, terbiyesizlik yapma.
Kemal Öncel: Terbiyesizlik yapmıyorum. Lütfen bana hakaret etmeyin.
Erdoğan: Artistlik yapma.
Öncel: Artistlik yapmıyorum, ben sanatçı değilim.
Erdoğan: Lan terbiyesizlik yapma.
Öncel: Lan mı?
Erdoğan: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın?
Öncel: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor.
Erdoğan: Hadi ananı al git buradan.

Nasıl, “sapına” kadar haketmiş değil mi ödülü?

Bence de!

“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk‘ten tek kelime etmemelerine ne demeli peki?

Bastırılan hatıra paraları ise mevcut paralardan Atatürk’ün resmini çıkarmak için bir ön hazırlık mıdır?

Yılmaz Özdil‘e bir kulak verelim : “Parayı ışığa tuttuğunuzda içinde Atatürk varsa o para gerçektir. Yoksa sahtedir. İnsanları da ışığa tutmamız yeterlidir. İçinde Atatürk geçmeyen herkes sahtedir.”

Son olarak “En büyük takdiri öğretmenler hakediyor.” diyen Erdoğan, öğretmenlerin 3 ay tatil yaptığını sanıyor ya da öyle sanması işine geliyor. Öğretmenlerin 3 ay tatil yapmadığını herkes biliyor. Milletvekillerinin 3 ay tatil yaptığını da herkes biliyor. Hem de 3 aylık maaşlarını peşinen aldıklarını da.

Öğretmenlerimizin hakettilerini aldıkları bir ülke diliyorum. İşte o zaman hem ülkemiz daha güzel olacak hem de Türkçemiz.

Seni Rant Kapısına Çevireceğim İstanbul!

Haydarpaşa bugünden sonra yok. Bugün son tren seferleri düzenleniyor.

İstanbul’un anadoluya açılan kapısı kapanıyor. Artık anadolu insanının elinde bavulu ile İstanbul’a gelişi ve tam Haydarpaşa’nın merdivenlerinden inerken yaşadığı şaşkınlık, mutluluk artık olmayacak.

Kapatma sebebi mevcut rayların rehabilite edilerek hızlı trene uygun hale getirilmesi.

Bu durumda iki soru geliyor insanın aklına…

Birincisi 2004 yılında yaşanan Pamukova hızlı tren faciası. Aynı şekilde rehabilite edilerek yapılan raylarda ilk seferini düzenleyen tren 41 yolcunun ölümüne 80 yolcunun yaralanmasına sebep olmuştu.

Sonra ne oldu, hızlı trenin ancak kendisine özel yapılacak raylardan gidileceğinin farkına vardılar ve hızlı tren raylarını ayrı yapmaya başladılar. Yine canlar gitmişti.

8 yıl geçti. Unuttuk Pamukova’yı. Yine rehabilite çalışması ile hızlı tren yapmaya çalışıyorlar. Başlangıç noktası da Haydarpaşa Tren İstasyonu.

İkincisi ise Haydarpaşa’nın artık hiç sefer yapmayacak olması. E tamam, yap rehabilite çalışmasını sonra aç. Yok!

Çünkü neden? Bari böyle bir projeyi bahane edelim de Haydarpaşa’yı ‘AVM’ yapalım dedi arkadaşlar.

Hemen dibindeki GATA’nın da yeri çoktan satıldı. GATA’nın Daşdelen’e taşınması da kesinleşti.

Belli ki o bölgeden yeni rant kapıları doğuracaklar.

Diğer bir sorun ise bu istasyonu sürekli kullananların mağduriyeti olacak. Özellikle İzmit-İstanbul arası çok sık kullanılan trenler artık olmayacak. Halk yine mağdur olacak ve rantçılar kazanacak.

Haydarpaşa tarihtir. 1908’den beri hizmette ve bugün kapatılıyor. Ranta yem ediliyor.

Bugün Haydarpaşa, yarın sıra Sirkeci’de. Ondan sonra sıra Kuleli Askeri Lisesi’ne gelecek.

A4 olmaz A8!

AKP, milletvekilli adayı göstermediği kişiler için ‘Bakan yardımcılığı’ formülünü bulmuştu. Bu bölüme yavaş yavaş eski vekilleri geçmeye başladı. Şimdilik sayısı 10.

İşte o yardımcılara makam aracı olarak Audi A4 kiralanmış.  Birisi çıkmış beğenmemiş Audi A4’ü, A8 istemiş. Halbuki başbakan ‘Porsche binmeyin Fiat’a binin.’ dememiş miydi, sanki halk Porsche’den inmiyormuş gibi!

Peki ne oluyor? Ayda 43 bin liraya A8 kiralanıyor.

‘En pahalı A8 modeli 6-7 bin liraya kiralanacakken 43 bin lira da ne oluyor?’ diye bir soru aklınıza gelirse cevabı da hemen peşinden gelir biraz düşünürseniz düşünürseniz!

A pardon, suçtu değil mi o!

Peki bizde bu ilk mi? Hayır.

Mesela meclis idare amirlerine verilen Passat’ın konforu beğenilmemiş, A6 sipariş edilmişti.

Pek çok uçak varken başbakanın, cumhurbaşkanının yüzlerce milyon dolarlara uçak sipariş etmeleri mesela.

Başbakan demişti  ‘Ben belediye başkanlığı dönemimde bütün cenaze araçlarının Mercedes olmasını istedim. Çünkü herkes bir kere binebilsin diye’

Meclistekilerin bir eli balda bir yağda iken biz ancak musalla taşına giderken bineriz Mercedes’e!

 

 

“Kesinti”

Vekil alır 11.000 TL, danışmanı 5.400 TL.

Açlık sınırı 992 TL, asgari ücret 599 TL.

Vekillerin tüm sağlık harcamaları için kesinti yapılmaz. Gittiği hastane özelmiş, devletmiş önemli değil. Meclis karşılar tüm masrafı…

Ama asgari ücretliden her türlü kesinti yapılır. Sigortalıdır ama önemli değil, kesinti olmadan olur mu yahu!

Gözlerini teröre kurban veren gaziden göz ilaçları için kesinti yapılır mesela.

İki dönem vekil olanlar emekli olabiliyor ve emekliyken de tüm masraflarını meclis karşılıyor. Üstüne bir de 5.000 TL para alıyorlar.

Halk ise sürünür, emeklilik maaşı yetmez. Gider simit satar, limon satar yaşta, yağmurda…

Vekilin ve çevresindekilerin bir eli yağda bir eli baldadır mesela ama öğretmenim verilen maaş yüzünden kötü binalarda kalmak zorunda kalır. Sonra o bina yıkılır, altında kalır ve ölür. Kimse ne hesap sorar ne de kimse suçluluk hisseder.

Vekiller vicdanen ‘kesinti’ye uğramış. Olan halka oluyor…

Kafalardaki ‘Butona’ Basmalı!

Gidin gazete bayisine, bir gazete alın. Bir bakın kaç kadına şiddet, kadın cinayeti haberi var…

Mevcut iktidar döneminde tespit edilen (!) kadına yönelik şiddet vakalarında yüzde 1400’lük artış meydana geldi.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, ‘panik butonu’nun gündeme geldiğini söyledi. Neymiş efendim kadın şiddete maruz kaldığı anda bu butona basacak ve ilgili birimler bu konuda uyarılacak.
Peki bu birimler ne kadar sürede gelecek ve kadın, elinde bıçakla üstüne yürümekte olan adamdan ekipler gelene kadar nasıl korunacak?
O saatten sonra gelen birimler ancak kadının kırılan kemiklerini toplar en iyi ihtimalle.
Fatma Şahin’e bu yeterli mi diye soruluyor, bir sayfa dolusu açıklama yapmış. Hep aynı şeyler : ‘Çalışıyoruz, diğer bakanlıklarla da iş birliği içindeyiz vs. vs.’
Nerde bu çalışmalar? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı bitti, kül oldu!
Amaç, kadına şiddet uygulanırken bir şeyler yapmak mı? Yoksa kadına şiddeti en baştan engelleyici çözümler bulmak mı?
Bunun kararını vermek zor olmamalı. Kadına buton değil de, yetkililerin kafasına birer ‘buton’ yerleştirmeli. Belki o zaman çalışır!

Hangisi Şikeci?

25.04.2004 tarihli Beşiktaş – Fenerbahçe maçı hakkında bir iddia var. İddianamede aynen şöyle geçiyor :
“O yıllarda, Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin çok iddialı bir maçı vardı. Fenerbahçe veya Beşiktaş’tan hangisi yenerse şampiyon olacaktı. Bu maçtan önce Sedat Peker, Sergen Yalçın aracılığıyla Beşiktaşlı futbolcuları yanına çağırdı. Hatırladığım kadarı ile 3 ya da 4 futbolcu geldi. Benim bildiğim kadarıyla bu futbolcular Tümer ve Sergen Yalçın’dı. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Sedat Peker bunlara hitaben, ”Maçı kaybedin, nasıl kaybediyorsanız kaybedin, o sizin sorununuz“ dedi ve gönderdi. Ben bu olaya bizzat şahit olduğum için çok merak ettim, normalde maç izlemediğim halde, Beşiktaş-Fenerbahçe maçını özellikle seyrettim. Gerçekten de Beşiktaş kaybetti. Maçı izlediğim kadarı ile Tümer maça çıkmamak için her türlü çirkefliği yaptı. Maç başladığı sırada yedek kulübesinde oturuyordu. Yedek kulübesinden hakeme müdahale etmeye çalışıyordu. Hakem onu uyarmaya geldiğinde yüzüne tükürdü ve bunun üzerineTümer yedek kulübesinde iken kırmızı kart gördü ve bu maçı Beşiktaş kaybetti.”
Açın bakın TFF’nin sitesine. Maçı 3-1 Fenerbahçe kazanmış. Youtube’dan maçın görüntülerine bakın.Sergen, Beşiktaş’ın en iyisi. Maçın 85. dakikasında sarı kart görüyor ve 90 dakika oynuyor. Tümer 90 dakika sahada. (http://www.tff.org/Default.aspx?pageID=29&macId=13586)
Sorarım savcı Mehmet Berk’e. Hadi gizli tanık kafasına göre bir şeyler salladı da, be adam ne söylenilse iddianameye geçireceksin diye bir şey mi var? Senin görevin değil mi iddiaları araştırmak? İnsanları içi boş iddialarla suçlamak bu kadar kolay da, bu bilgilerin doğruluğu araştırmak çok mu zor?  
Ve bu gizli tanığın adı Ergenekon İddianamesinde de geçiyor. Artık böyle bir tanık var mı, yoksa uydurma birisi mi ondan bile şüpheliyim. Varın gerisini siz düşünün…